Genel

AVRUPA GÜNAH GALERİSİNDEN SAYFALAR: RUANDA SOYKIRIMI

1994 yılında Avrupa’da Bosna dramı yaşanırken; Afrika kıtasının Ortadoğu kesiminde, Ekvator çizgisinin güneyinde yer alan küçük bir ülkede, Ruanda da korkunç bir katliam yaşanıyordu. Ülkeye hakim iki kabile arasında başlayan bir iç savaş dünyanın gündemine oturuyordu. Ülkedeki Bahutular(Hutu),Batusileri katletmeye başlamışlardı. Ülkeden yansıyan kareler çok korkunçtu. Sokaklar satırlarla öldürülmüş binlerce çocuk, kadın ve erkek cesediyle doluydu. Ne olmuştu da,bir ülkenin insanları bu şekilde canavarlaşmıştı.Olayların tarihi geçmişi incelendiğinde temelde yine Avrupalıları görüyoruz.

Ülkenin kaderi 1890 yılında Brüksel Konferansı’nda alınan bir kararla değişti. Bu küçük Afrika ülkesi sus payı olarak Almanya’ya verildi. Ancak maden açısından zengin olmayan bu ülke Almanya’nın ilgisini pek çekmedi ve oraya idareci bile göndermediler.

1916 yılında Belçikalılar ülkeye geldiler ve uluslar arası hiçbir muhalefetle karşılaşmadıkları için ülkeyi işgal ettiler. Bu 1994 yılında soykırımla neticelenecek bir sürecin başlangıcı oldu.

Belçika işgalinin başladığı yıllarda ülkede yaşayan nüfusun %90’ı Hutu,%9’u ise Tutsi’ydi. Belçikalılar çoğunlukta olan Hutular’ı kontrol altında tutmak için Tutsiler’i kullandılar. Onlara çeşitli sınıfsal ayrıcalıklar ve haklar tanıdılar. Tutsileri okuttular. Hutular’ı ise bilinçli bir şekilde cahil bıraktılar. Tutsiler yönetici konumuna gelirken, Hutular ikinci sınıf vatandaş durumuna düştüler. Aynı dil-gelenek ve inançtan gelen bu iki kabile suni bir ırksal ayrımcılıkla birbirlerinden koparıldılar. Böylece iki kabile arasına düşmanlık tohumları atılmış oldu. 

1950’den sonra Belçika politikalarında değişiklikler yaşanmaya başlandı. Toplum içinde oluşmaya başlayan özgürlükçü akımlarında etkisiyle Hutular üzerindeki baskı kaldırıldı.

1959 yılında Tutsiler ile Hutular arasında çatışmalar görülmeye başlandı. Bu çatışmalarda 20 ila 100 bin arasında Tutsi öldürüldü, binlercesi Tanzanya ve Uganda’ya sürüldü.

Ülke 1962 yılında bağımsızlığını kazandı ve Ruanda Cumhuriyeti kuruldu. İktidara gelen Hutu milliyetçisi Parmehutu yönetiminin de etkisiyle 1964 ve 1974 yıllarında birçok Tutsi öldürüldü. Devlet kademesinde önemli görevlerde bulunan Tutsiler işlerinden çıkarıldılar. Hutular ve Tutsiler arasındaki bu gerilim yıllar boyunca artarak sürüp gitti.

6 Nisan 1994 yılına gelindiğinde ise bu gerilim bir patlamaya ve beraberinde soykırıma yol açtı. Tarihin gördüğü en büyük katliamlarından biri radyo anonslarıyla başladı. O gün Hutu lider Hbariyamana’yı taşıyan uçağın düşürülmesi de Hutular için bir fırsat doğurdu. Hutuların oluşturduğu yarı askeri İnterahamwe üyeleri Çin’den getirttikleri yüz binlerce satır ile katliama başladılar. ABD ve BM askerleri olaylara müdahale etmediler ve ülkeden adeta kaçtılar. Tutsiler kaderlerine terk edildiler.

Tam bir toplumsal cinnet başlamıştı. Hutular ellerine geçen her aletle, balta, bıçak, satır, taş ile Tutsileri öldürüyor, yoruldukları zamanda yakaladıkları kaçmasın diye aşil tendonlarını kesiyor, dinlendikten sonra katliamlara devam ediyorlardı.

Katliamlar 100 gün sürdü. Bu zamanda 800 bine yakın Tutsi ve ılımlı Hutu öldürüldü.2 milyon Hutu, Tutsilerin intikam almalarından korkarak komşu ülkelere kaçtı. Tüm devlet kurumları çöktü. Afrika’nın bu küçük ülkesi tüm politik ve ekonomik yardımlara rağmen yaşanan soykırımın şokunu atlatamadı.

Le Figaro’nun 12 Ocak 1998 tarihi baskısında Fransa Eski Cumhurbaşkanı Francois Mitterrand’ın şu sözleri yayınlandı: “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil.”

Mitterrand’ın bu sözleri, Avrupa’nın kendinden olmayana nasıl baktığını göstermesi açısından tarihe düşülmüş bir not gibidir.

Dünya’nın toprak büyüklüğü bakımından ikinci en küçük kıtası olan Avrupa, tarih boyunca yaptıklarıyla ve şu anki konumuyla hala Dünya siyasetine ve gidişatına yön verir bir pozisyondadır. Bu çalışmadaki maksat Avrupa kıtasını eli kanlı bir milletler topluluğu olarak gösterip, diğer dünya milletlerini temize çıkarmak değildir. Elbette ki birçok milletin geçmişinde bu tür karanlık ve kanlı olaylar vardır. Önemli olan geçmişini unutup, elindeki gücün vermiş olduğu güvenle diğer ülkelere insanlık ve medeniyet dersi vermeye çalışanların, öncelikle kendi geçmişleriyle hesaplaşmaları ve belki de o halkların çocuklarından özür dilemeleri gerekliliğidir. Unutulmamalıdır ki, Lahey Adalet Divanı, İnsan Hakları Mahkemesi binaları Güney Amerika’dan ve Afrika’dan taşınan zenginliklerin üstünde yükselmektedir. 

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. Tarihin derinliklerini en ince ve tüm vurgularıyla tarafsızca belirten makaleleriniz geleceğimizin aydın ışıkları olacaktır hocam teşekkürler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu